Fehmi Koru*
Yazımın başlığındaki soruyla gün boyu çok karşılaştım.
CHP’deki lider değişiminin delegeler eliyle gerçekleşmesi elbette üzerinde durulmayı hak ediyor. Özgür Özel yalnızca Kemal Kılıçdaroğlu’nu yerinden etmekle kalmadı, siyasi hayatımızın çok uzun zamandır mahrum kaldığı bir özelliğini hatırlamamıza da sebep oldu.
Siyasi hayatın içerisinde dirsek çürütmüş bir dostumla konuşurken onun yönlendirmesiyle daha iyi hatırladım: Eskiden partilerin kongreleri siyasetin nabzının en canlı attığı yerlerdi.
Tıpkı önceki gün CHP kurultayında yaşandığı gibi.
Gidenler yerinde gördü: Salon tıklım tıklımdı.
Salondaki heyecan ekranlara da yansıyordu.
Partinin öndegelenleri, milletvekilleri, delegeler, çeşitli illerden partilerinin bu önemli gününde yaşanacaklara tanıklık etmek için gelenler…
En önemlisi gerçek anlamda rakipler arasında bir yarış vardı kurultayda.
Konuşmak isteyen herkes kürsüye çıkabildi. Kürsüye çıkan herkes, zülfü yare dokunmaktan çekinmeden, destekledikleri adayı överken de, rakibini eleştirirken de asgari nezaketi elden bırakmadan konuştu.
Siyaset en üst düzeyde kurultayda kendisini ifade imkanı buldu.
Dostum, biraz da hayıflanarak, “Bu tür kongreleri özlediğimi fark ettim” dedi bana.
Partilerin kongrelerine hazırlık aylar öncesinden başlardı.
Babam 1960 sonrasında İzmir’de Adalet Partisi’nden uzun yıllar il genel meclis üyeliği yaptı. Parti il delegesiydi. Milletvekilleri, senatörlerden yeniden seçilmek isteyenler il kongresinden bir süre önce dükkanına mutlaka uğrar, hal hatır sorarlardı.
Bir oy bile değerliydi onlar için; milletvekili ve senatörlerin kimler olacağına partilerin il delegeleri oylarıyla karar verirlerdi çünkü.
Parti merkezleri belli illerde bir-iki kontenjan kullanmakla yetinir, diğer adaylık sıralarını bütünüyle il delegelerinin değerlendirmesine bırakırdı.
Heyecanın ilçelerden illere, oradan Ankara’ya taşındığı bir süreçti partilerin kongreleri… 1980 askeri darbesine kadar…
Darbeci askerler, kendileri yönetime el koyana kadar varlığını sürdüren bütün partileri kapattılar. Yeniden siyasi hayata geçiş için izin verirken de, kurulacak partilerin kurucu listeleri üzerinde oynamayı hakları gördüler.
İstedikleri iki partili bir siyaset alanıydı. Bir sağ parti, bir de sol parti. Sağ partiyi başında bir emekli orgeneral –Turgut Sunalp– olarak kurdurdular, sol partinin başına da vaktiyle İsmet İnönü’ye özel kalem müdürlüğü yapmış bir bürokratı –Necdet Calp– getirdiler…
Turgut Özal ne yapıp etti, birkaç kurucusu veto edilse bile partisinin seçime katılmasını ve kazanmasını sağladı.
Siyaset alanı Özal tarafından heyecanı az tutulacak şekilde belirlendi.
Önseçim kaldırıldı, adayları parti merkezleri -genellikle liderler- belirler oldu.
Yeni kurulan partilerin delegelerini parti merkezleri belirledi, onların belirlediği delegeler de lideri ve parti yönetimlerini seçtiler. Lider ve yöneticilerin karşısına rakip çıkması bu yüzden imkansız hale geldi. Liderler tarafından belirlenmiş delegeler doğal olarak kendilerini delege yapan lider ve onun seçilmesini istediği yöneticiler için oy kullandılar.
Kongreler ortaokul müsamerelerine döndü. Kürsüye lider tarafından konuşmakla görevlendirenler ile kendilerini lidere beğendirmek isteyenler çıktı, liderler uzun mu uzun konuşmalarla delegeleri bayılttılar.
Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adayı olmak üzere genel başkanlığı ve başbakanlığı Ahmet Davutoğlu’na bırakmak için topladığı 2014 yılı AK Parti kongresini düşünün. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığında son günü toplanan o kongrede her şey vardı ama heyecan yoktu. Uzun konuşmalar sıcak havayı daha da sıkıcı yapmıştı.
İyi biliyorum, oradaydım çünkü.
CHP’nin kurultayları da farksızdı.
Kemal Kılıçdaroğlu kendisinden önceki lider Deniz Baykal’ın bir kasedi çıkmasının ardından doğan boşlukta genel başkan seçildi ve o da aynı sistemi uygulayarak son kurultaya kadar geldi. Karşısına çıkan rakipleri de, atadığı delegelerin her halükarda kendisine vefa hissiyle sadık kalacağı güvencesiyle fazla önemsemedi.
Son kurultayda, “Değişim diyorlar, partideki kalıcı tipleri göndererek ilk değişimi ben gerçekleştirdim” diye bir cümlesi oldu. Doğrudur. Yüzlerce partili arasında kendisini arayıp bulan ve genel başkan seçilmesini sağlayan partinin ileri gelenlerini kısa sürede işlevsiz ve sandalyesiz bırakan odur.
Nasıl oldu da bu kurultayda istediği sonucu alamadı ve rakibi karşısında yenildi?
Galiba bunu kurultayın dışarıya da yansıyan havasına bağlamak gerekiyor.
Kılıçdaroğlu’nu eski günlerdeki heyecanlıları hatırlatan kurultayın havası yenilgiye uğrattı.
Umarım, muhalefetin CHP’deki bu başarısı başka partilerde ve hatta diğer platformlarda da yansımasını bulur.
*Bu yazı fehmikoru.com adresinden aynen alınmıştır.