Analiz: Hindistan’ın hukuk devletine ne oldu?

T24 Çeviri
Vaibhav Vats

11 Aralık’ta Hindistan Yüksek Mahkemesi hem Hindistan hem de Pakistan tarafından hak iddia edilen ihtilaflı bir bölge olan Keşmir’in Hindistan kontrolündeki eyaletinin anayasal ayrıcalıklarının sona erdirilmesini onayladı. Bu karar, Başbakan Narendra Modi döneminde Hindistan yargısının giderek artan uşaklığının sarsıcı bir örneği oldu. Hindistan’ın canlı, laik demokrasisi otoriter, etnik milliyetçi bir devlete dönüşürken, bir zamanlar katı bağımsızlığıyla övünen yüksek mahkeme de hukukun üstünlüğünü savunmakta başarısız oldu. 

Keşmir kararı 2019 yılında başlayan bir davanın çözümü niteliğinde. Modi hükümeti o yıl teatral bir hamleyle, Hindistan’da Müslümanların çoğunlukta olduğu tek eyalet olan Keşmir’e özerklik ve diğer eyaletlere göre özel ayrıcalıklar tanıyan Hindistan anayasasının 370. Maddesini yürürlükten kaldırdı. 370. Madde, Keşmir’in 1947’de İngiliz sömürge yönetiminin sonlarına doğru Hindistan’a katılmasının bir koşuluydu. Madde hükümlerinin iptaline yönelik hamle birçok hukuk uzmanı tarafından yasadışı ve anayasaya aykırı olarak görülmüş ve aralarında özel vatandaşlar, aktivistler ve siyasi partilerin de bulunduğu bir düzineden fazla dilekçe sahibi Hindistan’ın yüksek mahkemesinde karara itiraz etmişti.

Mahkemenin aralık ayında verdiği karar, kurnazlığıyla dikkat çekti: Karar, Modi rejiminin Keşmir’in özerkliğini sona erdirme yönteminin yasadışı olduğunu ilan etti; ancak mahkeme yine de 370. Maddenin sadece geçici bir hüküm olduğunu savunarak eyaletin anayasal ayrıcalıklarının kaldırılmasını onayladı. Kararın çelişkili gerekçeleri ve iradesizliği, önde gelen bir siyasi yorumcunun “Hindistan demokrasisinin son direğinin de yıkıldığını” ilan etmesine yol açtı. Tanınmış bir sivil haklar avukatı olan Prashant Bhushan, kararı bir teslimiyet eylemi olarak nitelendirerek, mahkemenin önce “varmak istediği sonuçların hükümetin eylemlerini onaylamak olduğuna” karar verdiğini ve “daha sonra bu sonuçları haklı çıkarmak için bazı argümanlar icat ettiğini” yazdı.

Kararın Keşmir’in ötesinde, Avrupa’dan daha çok dilli ve çeşitliliği olan bir kıta büyüklüğündeki Hindistan federalizmi üzerindeki etkileri endişe verici. Ülkenin kuruluşunda çoğu siyasi gözlemci Hindistan’ın bir arada tutulamayacak kadar heterojen ve hantal olduğuna inanıyordu. Ülkenin bu öngörülere meydan okuması büyük ölçüde, savaş sonrası dönemin en büyük başarılarından biri olarak duran, son derece yaratıcı ve geniş bir belge olan anayasasına atfedilebilirdi. Şimdi ise mahkeme, federal hükümetin eyalet ve vilayet yetkilileri aleyhine çıplak bir güç gaspını kabul etmeye istekli olduğunun sinyalini verdi.

Modi’nin başbakanlığa yükselmesinden önceki on yıllarda Hindistan’ın yüksek mahkemesi hem güçlü hem de mücadeleciydi. Bu ayrıcalığı 1990’larda hükümetin zayıf olduğu bir dönemde, kısmen mahkemenin yargıçları yürütmenin herhangi bir söz hakkı olmaksızın kendi içinden seçmesine olanak tanıyan collegium sistemini kurarak ele geçirmişti. Yüzyılın başında mahkemeler daha da büyük bir güç elde ederek politika yapımında o kadar aktif bir rol üstlendiler ki entelektüeller yargının aşırıya kaçtığından şikâyet ettiler. Bu aktivist aşamada yargı, hükümet kararlarını rutin olarak bir kenara bırakarak güçlü bir meydan okuma akımı ifade etti. Şimdi ise mahkemenin özerkliği, Hindistan’ın en çok ihtiyaç duyduğu anda çökmeye başladı. 

Modi 2014 yılında iktidara geldiği andan itibaren yargıyı ehlileştirmeye çalıştı. O yıl Parlamento’nun çıkardığı bir yasayla hükümet, hakimlerin atanmasında yürütmeye önemli yetkiler tanıyan bir mekanizma olan Ulusal Yargı Atama Komisyonu’nu kurdu ve nihai amacı collegium sistemine son vermekti. Ancak komisyonun ertesi yıl anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle iptal eden yüksek mahkeme tarafından onaylanması gerekti. 

Yargıyı yasal yollarla baskı altına alamayan Modi hükümeti başka önlemlere başvurdu. Yargıçların atanmasını geciktirerek işe başladı: Bu konudaki teamül, hükümetin collegium’un tavsiyelerini bağlayıcı olarak kabul etmesi yönündeydi ancak Modi rejimi aktif bir veto uygulamaya başladı. Yargıçlar atandıktan sonra, hükümet onların sadakatini sağlamak için elindeki tüm araçları kullandı. Yüksek mahkeme yargıçları emekliye ayrıldığında, hükümet tercih ettiği yargıçlara yüksek mevkiler teklif edebilmekte. Kısa süre önce emekli olan bir baş yargıç, emekli olduktan dört ay sonra Parlamento üyeliğine aday gösterildi; Modi’yi “çok yönlü bir dahi” olarak selamlayan bir yargıç ise daha sonra Ulusal İnsan Hakları Komisyonu başkanlığına atandı. Buna karşılık, konuştuğum birçok hukuk uzmanı Hindistan hükümetinin her yüksek rütbeli yargıç hakkında ayrıntılı dosyalar tuttuğunu öne sürdü.

Muhalefetteki Kongre Partisi’nin bir sözcüsü Modi rejiminin yargıyı manipüle etmek için bu dosyaları silah olarak kullandığını iddia etti. Bazı yargıçlar fiziksel güvenliklerinden bile endişe duyabiliyor: 2014 yılında, o dönemde iktidardaki Bharatiya Janata Partisi’nin (BJP) başkanı olan ve şu anda Hindistan İçişleri Bakanı olan Amit Shah’ın karıştığı bir davada sert bir tutum sergileyen bir özel mahkeme yargıcı gizemli koşullar altında ölü bulundu. Mahkeme, konunun araştırılması için yapılan başvuruları reddetti.

2018 yılında yargı, yürütmenin müdahalesi konusunda alarm verdi. Dört yüksek mahkeme yargıcı bir basın toplantısı düzenleyerek mahkemenin bağımsızlığının tehdit altında olduğu uyarısında bulundu ve başyargıcın hükümet tarafından etkin bir şekilde kontrol edildiğini ima etti. Ancak 2019’da Modi, kendisini Hindistan’ın son yıllardaki en güçlü başbakanı yapan güçlendirilmiş bir yetkiyle yeniden seçildi. O zamandan beri, Hindistan’ın yüksek mahkemesi şaşırtıcı derecede hürmetkar ve suskun hale geldi.

Modi’nin yeniden seçilmesinden sadece altı ay sonra, Kasım 2019’da, mahkeme kuzeydeki Ayodhya kentinde siyasi açıdan gergin bir davayı karara bağladı. Şehir Hinduların hayal gücünde efsanevi bir yere sahip: İlkeleri binlerce yıldır Hindu yaşamının merkezinde yer alan Ramayana destanındaki olayların çoğu Ayodhya’da geçiyor. 1992 yılında Hindu milliyetçileri, caminin Hindu tanrılarının en saygıdeğeri olan Lord Rama’nın doğum yeri olduğu yalanını yaymak için yıllarca süren bir kampanyanın ardından 16. yüzyıldan kalma bir camiyi yıktılar. Caminin şiddetle yıkılmasından sonraki yıllarda Hindu milliyetçiliği Hindistan siyasetinde baskın bir güç haline geldi ve modern varlığının çoğunda sıradan, yoksul bir kasaba olan Ayodhya, tartışmalı bir ülkenin potası olarak ortaya çıktı. Caminin yeri konusundaki savaş mahkemelerde yıllarca sürdü.

Kasım 2019’da yüksek mahkeme, sayıları on binleri bulan Hindu-milliyetçisi bir güruh tarafından caminin yıkılmasını “hukukun üstünlüğünün korkunç bir ihlali” olarak nitelendiren tuhaf ama oybirliğiyle alınmış bir karar yayınladı ve ardından yıkık yapının bulunduğu alanın tamamını Hindulara verdi. Keşmir kararında olduğu gibi, bu karar da çelişkili gerekçelere dayanıyor ve nihayetinde Hindu-milliyetçi gündemle uyumlu hale geliyordu.

Ayodhya kararından sadece bir ay sonra, cesaretlenen Modi hükümeti, görünüşte Güney Asya’daki komşu ülkelerden gelen mültecilere ve belgesiz göçmenlere, Müslüman olmaları dışında, vatandaşlığa giden bir yol sağlamak için Vatandaşlık Değişiklik Yasasını kabul etti. Hindistan’ın büyük ölçekli bir mülteci sorunu yok; yasanın amaçlanan etkisi, çoğu Hintlinin zayıf belgelere sahip olduğu bir ülkede Müslüman vatandaşlığını istikrarsızlaştırmaktı. İçişleri Bakanı Shah, ülkedeki “termitleri” ortadan kaldırmakla övünerek Hintli Müslümanların yasanın kendilerini keyfi gözaltılara ve hatta vatansızlığa maruz bırakacağı yönündeki endişelerini körükledi. Hindistan yaklaşık yarım yüzyıldır görülmemiş bir düzen ve büyüklükte protestolara sahne oldu.

Yargının Vatandaşlık Değişiklik Yasasını iptal etmek için bir gerekçesi ve bunu yapabilecek bir itibarı vardı: Yüksek mahkeme 1973 yılında verdiği dönüm noktası niteliğindeki bir kararda, yasa değişikliklerinin anayasanın kurucu ilkelerinin yeniden yazılması anlamına gelemeyeceğine hükmetmişti. Örneğin Hindu-milliyetçisi bir hükümet, parlamento çoğunluğuna sahip olsa bile Hindistan’ın laik karakterini yasal olarak bozamazdı. Ancak yüksek mahkeme, önüne getirilen çok sayıda yasal itirazı dinlemekte pek de aceleci davranmadı. Aylarca süren sokak gösterilerinin baskısı altında kalan Modi hükümeti sonunda vatandaşlık yasasını uygulamaktan vazgeçti; ancak dört yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen mahkeme yasanın anayasal geçerliliği konusunda henüz bir karar vermedi.

Davalar tartışmalı olduğunda kaçınma bir alışkanlık haline geldi. 2017 yılında Modi hükümeti, siyasi partilere sınırsız kurumsal bağış yapılmasına izin veren bir seçim tahvili programı başlattı. Bağışlar yurt dışından gelse bile anonim olarak saklanabiliyordu. Mahkeme bu uygulamaya yönelik yasal itirazları 2019’da, en son ulusal seçimlerden önce görüşebilirdi, ancak davayı seçim sonrasına erteledi. Beş yıl sonra, yeni bir seçim yaklaşırken, mahkeme hala seçim tahvillerinin yasallığı konusunda bir karar vermiş değil. (Belki de tesadüfi olmayan bir şekilde, yakın tarihli bir rapor BJP’nin 600 milyon dolardan fazla olan tüm seçim tahvillerinin yaklaşık yüzde 60’ını silip süpürdüğünü ortaya koydu)

Yüksek Mahkeme’nin Modi yıllarındaki itaatkarlığı, 1970’lerde Başbakan Indira Gandhi altında otoriter bir yönetim olan ve Acil Durum olarak bilinen dönemdeki rolünü hatırlatıyor. Yargının bu dönemdeki en kötü anı 1976’da habeas corpus ilkesinin askıya alınabileceğine hükmederek hukuksuz gözaltılara onay verdiği andı. Olağanüstü Hal 21 ay sürdü, bu sürenin ardından mahkeme kurumsal itibarını yeniden tesis etmek için çalıştı. 

1990’larda Hindistan’da art arda sarsıntılı koalisyon hükümetleri kuruldu ve yargı, collegium sistemini kurarak kendisine daha fazla güç toplama fırsatını yakaladı. Başka bir deyişle, yürütme gücünün en zayıf olduğu dönemde yargı gücü en güçlü hale geldi. Ve mahkemeler doğrudan aktivist bir rol üstlendi. Yurttaşlar belediyenin ihmali ya da etkisiz yönetiminden şikayetçi olduklarında mahkemelere başvurabiliyor, mahkemeler de düzeltici önlemler alabiliyordu. Mahkemeler kentsel elektrik şebekelerinin düzeltilmesinde, eğitim ve ulaşım politikalarının belirlenmesinde yer aldı. Akademisyen Anuj Bhuwania, Delhi yüksek mahkemesinin “kent yönetiminin her yönünü izleyebildiğini ve yönetebildiğini” yazdı. Hintli entelektüeller yargı yetkisinin aşılmasından şikayetçiydi.

Yüksek mahkemede avukatlık yapan Gautam Bhatia bana “Aktivizm, siyasetin başarısız olduğu ve mahkemenin devreye girip temizlik yapması gerektiği fikrine dayanıyordu” dedi. Ancak Modi döneminde manzara değişti: Bhatia, “Halk adına konuştuğunu iddia eden popülist bir hükümetiniz olduğunda, bu retorik artık mahkeme için geçerli değil” dedi.

Princeton’da misafir profesör olarak görev yapan Pratap Bhanu Mehta ile konuştuğumda, yargının Modi’nin yönetimine siyasi olarak rıza göstermesinin daha rahatsız edici bir olası nedenini öne sürdü: Belki de bazı yüksek mahkeme yargıçları hükümetin ideolojisini paylaşıyor. Mahkeme, pozitif ayrımcılık politikası olmayan nadir Hint kurumlarından biri. Yargıçlarının ezici çoğunluğu, geleneksel olarak Hindu milliyetçiliğinin temelini oluşturan, erkek, Hindu ve Hindistan’ın kast sisteminin üst kademelerinde yer alan yerleşik bir elit kesimden geliyor.

Mehta yakın vadede mahkemenin bağımsızlığının daha da aşınacağını ve Hindu milliyetçiliğine daha da yakınlaşan içtihat biçimlerinin ortaya çıkacağını öngörerek, “Hükümetin girişmeye çalıştığı anayasal yıkımın ölçeği çok radikal bir şekilde değişti. Her ay bir anayasal harakiri görüyorsunuz. Mahkemenin tepkisi ise çoğunlukla kaçınmak oluyor” dedi. 

Modi’nin iktidarda olduğu on yıl boyunca, yüksek mahkeme kürsüsündeki en dikkat çekici kişilik Baş Yargıç D. Y. Chandrachud oldu. Harvard Hukuk Fakültesi mezunu ve ünlü bir hukukçu aileden gelen (babası da baş yargıçtı) Chandrachud, görev süresinin çoğunu liberal idealleri yücelten yüksek fikirli konuşmalar yaparak geçirirken, uygulamada hükümetin gündemine meydan okumamaya özen gösterdi. Chandrachud, imzasız Ayodhya kararını veren beş yargıçlı heyetin bir parçasıydı. “Listenin efendisi” olarak bilinen başyargıç, davaların listelenmesi, dağıtılması ve bankaların oluşturulması konusunda tek yetkiye sahip.

Ancak bugünlerde Chandrachud’un siyasi bağımsızlığı mercek altına alınmış durumda. Aralık ayında, siyasi açıdan hassas sekiz davayı aniden, Modi’nin batı eyaleti Gujarat’ın başbakanı olduğu dönemde görev yapmış bir yargıcın da yer aldığı bir heyete kaydırdığı ortaya çıktı. Ocak ayı başında ise başyargıç, Gujarat’ta bulunan ve Hinduizm’in en kutsal mekanlarından biri olan Dwarka’daki bir tapınağı ziyaret ederek alışılmışın dışında bir inanç gösterisi yaptı. Chandrachud bu ziyaret sırasında yaptığı açıklamalarda, geleneksel olarak Hindu tapınaklarının üzerinde dalgalanan safran renkli bayraklardan ilham aldığını ve bu bayrakların ülke vatandaşları için birleştirici bir sembol olduğunu öne sürdü. Modi bu açıklamaları X (eski adıyla Twitter) üzerinden onayladı ve başyargıcı sanki alt düzey bir memurmuş gibi övdü.

Mahkemenin Chandrachud yönetiminde nasıl işlediğini gösteren en uygun örnek, ülkenin en ünlü Müslüman muhalifi Umar Khalid’in kefalet dilekçesinin akıbetidir. Khalid, kanıtlara ve mantığa aykırı olarak, 2020 yılında Delhi’deki ayaklanmaları kışkırtmakla suçlanıyor. Yargılama olmaksızın uzun süreli hapis cezalarına izin veren acımasız bir yasa uyarınca üç yıldan fazla bir süredir cezaevinde tutuluyor. Modi hükümeti, sözde terörle mücadele amacıyla yürürlüğe konulan bu yasayı aktivistleri ve muhalifleri hapse atmak için defalarca kullandı.

Khalid’in kefalet dilekçesi temmuz ayında yüksek mahkemeye gönderildi ve mahkemenin iki yargıçlı bir heyeti kefaletin “sadece bir ya da iki dakika süreceğini” iddia etti. Ancak Khalid’in başvurusu Kafkaesk bir labirentte kayboldu ve 10 kez farklı yargıçların önüne çıktı. Mahkemenin 2023 yılı duruşmaları sona ererken, Khalid’in kefalet dilekçesi hala görüşülmemişti. Hindistan’ın yüksek mahkemesi, 1950 anayasası uyarınca yürütme gücünün yoğunlaşmasına karşı bir siper görevi görmesi ve ülkenin laik, demokratik ideallerini desteklemesi için kurulmuştur. Bugün mahkeme, Hindistan’ın otoriterliğe doğru inişini durdurmak yerine ona yardımcı oluyor gibi görünüyor. Risk altında olan sadece mahkemenin tarihi mirası değil, aynı zamanda Hindistan’ın dikkate değer demokratik deneyinin kendisidir.

Vaibhav Vats kimdir?

Vaibhav Vats, Yeni Delhi’de yaşayan bir yazar ve gazetecidir.
Hindu milliyetçiliği ve Modi yönetimindeki Hindistan üzerine bir kitap üzerinde çalışmaktadır. 
Metnin orijinali 3 Şubat 2024 tarihinde The Atlantic’in sitesinde yayımlanmıştır. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir