Ankara ile ilişkim son yıllarda gidip geldiğim festivallerle güçlenmiştir, yoksa üniversite yıllarımda Ankara görmüşlüğüm yok. Bu yüzden o “dostluk, arkadaşlık, naiflik” odaklı Ankara güzellemelerini pek anlamam ama çok sevdiğim Ankaralı arkadaşlarım var, merak da ederim. En nihayet bütün bu merakımı giderecek ve hem kendi büyüdüğüm yılların hem de öncesinin ve tabii ki sonrasının da kültürel ve politik hayatına, sanat – edebiyat ortamına dair fikir verecek bir belgesel izledim: “Laf Aramızda Engürü Kahve”.
Film ilk kez 34. Ankara Film Festivali’nde seyirciyle buluştu ve doğal olarak kapı pencere kırdı. Şimdi de zaman zaman özel gösterimlerle sürpriz şekilde çıkıyor karşımıza. Yönetmenler Özlem Mengilibörü ve Can Mengilibörü, proje ekibinde ayrıca Ayşe Gültekingil ve Tanju Gündüzalp var. Çalışmalara 2017’de başlamışlar, uzun bir sürecin sonunda 92 kişinin Engürü Kahve’yi anlattığı bir belgesel çıkmış ortaya.
Kültürel üretim merkezi
Öncelikle benim gibi Ankara cahilleri için Engürü neresidir? 1985-2007 yılları arasında Konur Sokak’ta yaşamış bir kahvedir. ‘Yaşamış’ gerçekten çünkü anlatılanlara bakılırsa burası ‘bir kahveden çok daha fazlası’, ‘gerçek hayatta’ olmayacak tanışıklıkların, kesişmelerin ve üretimlerin yeri olmuş. Tabii ki arkadaki özel bölümde kumar oynayanlardan söz etmiyoruz. Yazarlar, çizerler, senaristler, gazeteciler, fotoğraf sanatçıları, oyuncular (geleceğin demeliyim çünkü o zaman Eren Aysan gibi çoğu formalılar daha) çıkmış bu kahveden. Ebru Ceylan mesela “Entelektüel alanda her türlü ilgimin kaynağı Engürü Kahvesi’dir” diyor. Üniversite sınavına onu Engürü’deki arkadaşları hazırlamış, Tarkovski’yle tanışması gene o kahvede.
“Benim için okuldan daha faydalı oldu” diyenler, LGBTi bireylere bakışının burada değiştiğini, sertliklerinin törpülendiğini anlatanlar, kahvenin bir sosyal dayanışma ağı işlevini üstlendiğini söyleyenler var. Avukata ihtiyacın varsa bulur, altı ay evin olmasa sokakta kalmazmışsın. Herkesin birbirinin masasına teklifsizce oturduğu, unutulan cüzdanın yerinde kaldığı, fotoğraf makinelerinin rahatça ortada bırakıldığı bir ‘rüya’ ortam. Hatta Ulus Baker’in bir çeviriden aldığı para, torba içinde haftalarca rafta durmuş da kimse ellememiş. (Bu arada Ulus Baker için ayrılmış önemli bir bölüm de var belgeselde)
Entelektüel hiyerarşi
Neyse ki mekânın bir kahve olarak ‘erilliği’nin de altı çiziliyor belgeselde, yoksa gerçeküstü bir güzellemeye dönüşmesi an meselesi olurmuş. Mesela Ece Temelkuran’dan buranın şimdi bildiğimiz adıyla ‘mansplaining’in yuvası olduğunu öğreniyoruz. Ya da Gökçe Bayrakçeken Tüzel, kahvedeki kimi beyefendilerin üst basamaklara yerleştiği ‘entelektüel hiyerarşi’den söz ediyor. Metin Solmaz’ın Lavarla’da çıkan yazısından alıntılarsam durum şöyle, daha iyi bilecek değilim: “90’lar bugün gibi değildi. Kadın hareketi bu kadar güçlü değildi. Aşırı erkek yıllardı. Kahveler de erkekti. Engürü de elbette erkek ve erkeklik-yoğun bir yerdi. Ama ‘diğer kahvelere göre’ daha az erkekti.”
Böylece geldim belgeselin benim için cazip bir yanına daha: Çok genç yaşlarda İstanbul’da tanıdığım arkadaşlarımı bir araya getiren Ankara hayatı nasıldı? İşte Müzük dergisi mesela. Neler varmış içinde? Metin Solmaz nasıl sorumlu yazı işleri olmuş? Redaktör deseniz Barış Bıçakçı. ‘90’larda gece hayatını kasıp kavuran “Eski Kırkbeşlikler” geceleri Murat Meriç ile Alper Fidaner’in Radyo Arkadaş’taki “Çıtır Çıtır” programından nasıl Gölge Bar’a, oradan İstanbul’a sıçramış? (Murat Meriç’in Engürü önünde düğün fotoğrafı çektirmeye gelmesine ne demeli?”) Kemal Can’ın yayın yönetmeni, Şengün Kılıç’ın haber editörü olduğu Siyah Beyaz gazetesi… Kahvede filizlenen sayısız gazete, dergi, müzik grubu, albüm… Emre Karayel’in ilk oyunu… Gül Abus Semerci’nin, Menekşe Toprak’ın romanları… Dönemin eylemleri, protestoları, dernekleri, civar mekânlar… Yerimin bir sınırı olduğu için saymayı bırakıyorum. Çok daha fazlası belgeselde. ‘Laf aralarında’ ama hepimize anlatacak çok şeyi var.